MESUT İNSANLAR FOTOĞRAFHANESİ

“On iki yaşındaydım. Fındıkzade’deki evimizdeydim. Bir paket fotoğraf kartım birkaç adet de 6x6 ve 6x9 filmim vardı. Karanlık odanın olmazsa olmazı kırmızı ışıktır. Fotoğrafın görüntüsünü pozlarken ışıktan etkilenip yanmasın diye cep fenerinin önüne kırmızı jelatini sardım. Basılı bir fotoğraf elde edebilmek için karanlık odaya ihtiyacım vardı. Evin içinde dolaşırken, annemin çeyiz sandığını gördüm. Boşalttım, içine girdim ve fotoğrafımı elde ettim. İlk karanlık odam annemin sandığı oldu anlayacağınız.”

Fotoğrafa, fotoğraf makinelerine meraklı insanlar için İstanbul öyle çok fırsat sunuyor ki bazen tek yapmanız gereken o fırsatların peşine takılıp gitmek oluyor. Anı yakalamanın, zamanı durdurmanın, tanıklığın insanın elindeki bir makinede çerçevelenmesinin ne denli heyecanlı olabileceğini, bu işe gönül veren insanlarda görmek mümkün. O insanlardan biri olan Hilmi Nakipoğlu fotoğraf çekmekle kalmayıp, fotoğraf makineleri ve aksesuarlarından oluşan bir müze kurmuş. İlk makinelerden başlayarak, yüz yılı aşkın bir serüvene ilgililerini çağırdığı Bakırköy’deki Hilmi Nakipoğlu Kamera Müzesi’ne (Camera Museum) giderek, o atmosferi sizlere de taşımaya çalıştık. 182 yıllık geçmişi, 20 binin üzerinde farklı modeliyle fotoğraf makinelerinin tarihi yolculuğunun bir bölümünü ‘pozladık’.

Fotoğrafa ve fotoğraf makinelerine olan merakının nasıl başladığını, ‘On iki yaşındaydım. Fındıkzade’deki evimizdeydim. Bir paket fotoğraf kartım birkaç adet de 6x6 ve 6x9 filmim vardı. Karanlık odanın olmazsa olmazı kırmızı ışıktır. Fotoğrafın görüntüsünü pozlarken ışıktan etkilenip yanmasın diye cep fenerinin önüne kırmızı jelatini sardım. Basılı bir fotoğraf elde edebilmek için karanlık odaya ihtiyacım vardı. Evin içinde dolaşırken, annemin çeyiz sandığını gördüm. Boşalttım, içine girdim ve fotoğrafımı elde ettim. İlk karanlık odam annemin sandığı oldu anlayacağınız.’ şeklinde açıklayan Nakiboğlu, o sandığı başköşesine koyduğu müzesini bize anlatmaya başlıyor.

Gaziantep’te, 1948 yılında doğan Hilmi Nakipoğlu, fotoğraf kariyerine 6x6 ve 6x9 filmler ile siyah beyaz fotoğraflar basarak başlar. 1960’lı yıllarda Özel İstanbul Koleji’nde okurken kurmuş olduğu fotoğraf kulübü ile birlikte okulun tüm aktivitelerini fotoğraflar.

1970’li yıllardan itibaren hem fotoğraf makinesi hem de fotoğraf toplayarak koleksiyonerliğe adım atar. 35 yıl boyunca biriktirdiği, hepsi birbirinden eşsiz, bazıları efsaneleşmiş 1.250 fotoğraf makinesini 1999’da bir müzede sergilemeye karar verir. Bugün ülkemizde, alanında tek olan müze, Bakırköy Nefus Nakipoğlu Zihinsel Özürlüler Okulu’nun dördüncü katında bulunuyor.

Görmek kazanımı bir arada sunuluyor. İnsanlarla iyi bir hobiyi, alışkanlığı aşılamak gayesiyle hem müzede hem müze dışındaki eğitim, kültür mekanlarında ‘Haydi Çocuklar Koleksiyon Yapalım’ etkinlikleri düzenleniyor. Müzede bulunan koleksiyon parçaları talep durumlarında, müze dışına taşınarak, dış mekanlardaki sergilerde teşhir edilebiliyor. Kötü alışkanlıklardan kurtulmanın, hazla bir işi yapmanın önemine inandığı için çocuklarına hatta torunlarına koleksiyoner olma bilincini aşılamış Hilmi Nakipoğlu. Bunu anlatırken öyle keyifli ki, müzenin de bu alışkanlığının da süreceğini biliyor gibi.

Ekibimizde rehberlik ederken sadece makineleri anlatmıyor. Anlattıklarıyla zihnimizde 50 yıllık bir Türkiye ve sokaklarında kadar bir İstanbul tarihi fotoğrafı çekiyor. Müzenin her yanında ustaca serpiştirilmiş eski fotoğraflara, yine çok eski bir makaralı teypten yayılan musiki eşlik ediyor. Sirkeci’nin, Fatih’in, Kadıköy’ün, Beyoğlu’nun çarşılarında, mezatlarında, antikacılarında dolaşa dolaşa edindiği şeylerin, yalnızca fotoğraf makineleri, kameralar, fotoğrafçılık malzemeleri olmadığını hala tıkır tıkır çalışan teybinden anlıyoruz. Yine bir antikacı gezmesinde 80 TL’ye aldığı makaralı teyp, çalıştığı kadar içindeki kayıtla da onu çok mutlu etmiş. Bizim de bu mutluluğu tatmamız için çalıştırıyor teybi. Özel bir kayıt. Bir grup insanın masada yemek yediğini, ince bir yaylı tambur sesine bardakların, içli içli ah nidalarının karıştığını duyuyoruz. Yaylıların sesi biraz kısılınca Müzeyyen Senar’ın enfes sesi kaplıyor müzeyi. Evet, Selahattin Pınar, Sadettin Kaynak ve daha kim bilir hangi musikişinasın, bir sofrada yemek yerken yaptıkları kayıt müzeyi doldururken biz de 1800’lü yılların makinelerinin yanına geçiyoruz.

Özel bazı makinelerden bahsederken, Leica R4 altın kaplama biricik bir makinem var, diyor Hilmi Bey. O sırada fotoğrafçımız kendisine, iyi fotoğrafçılar tarafından mercekleri halen türünün en iyi örneği olarak kabul edilen Leica’nın, Ara Güler’e özel olarak yeniden tasarladığı ve 20 bin Euro’ya satışı söz konusu olan Leica M-P 240 fotoğraf makinesini hatırlıyor. Ucuzmuş, diyor yarım asır boyunca binlerce fotoğraf makinesiyle haşır neşir olmuş usta.

Çok eski tarihli makinelere ilişiyor gözümüz. Bazılarını denemek maksatlı arada sırada kullandığını anlatıyor. Hala çalıştıklarını göstermek için cam çekmecelerde muhafaza edilen ve sergilenen 40, 50, 60, 70 yaşındaki makineleri çıkarıp, deneme çekimleri yapıyor bize. Her birini eline aldığında ya da anlattığında öyle çok heyecanlanıyor ki sanki o makineyi ilk defa görüyor, ilk defa kullanacak, ilk defa fotoğraf çekecek sanıyorsunuz.

1967 yılında başlayarak bir süre tiyatroculuk yapmış Hilmi Nakipoğlu. Oynadığı tiyatroların dekorlarını da kendisinin yaptığını ve güzel şarkı söylediğini de öğreniyoruz kendisinden. Bir eğitim gönüllüsü. Zihinsel engelliler için açtığı okulda yüzlerce öğrenci eğitim alıyor. Sosyal sorumluluğu ağır basan ve buna dayanarak sergiler, eğitimler, yarışmalar düzenleyen biri.

Casus makineleri

Bir trenin gara girişini fotoğraflamak için 15 kişinin çekim ekibiyle yer aldığı, neredeyse oda büyüklüğünde bir makine yapılır. Makineyi yapanların haklı gururları da fotoğraflanır ve o fotoğraf müzenin duvarlarında yer alıyor. Hilmi Bey, fotoğrafın hikayesini anlatırken hemen arkamızdaki standı gösteriyor. Adeta nereden nereye denilecek bir değişime tanıklık ediyoruz. Daha çok ajanlık faaliyetleri için kullanılan avuç içine sığabilen, küçücük makineler var. Bazılarının fotoğraf çektiğine inanmak bile güç. Çünkü oyuncak gibi duruyorlar.

Yüzlerce farklı makine markası

İki asra yaklaşan mazisiyle, fotoğraf makinelerinin büyük mesafe kat ettiği aşikâr. Sadece adına fotoğrafçı denilen kişilerde bulunduğu zamanlardan, şimdilerde neredeyse herkeste bir tane fotoğraf çekme işlemi gören aracın bulunmasına uzanan bir mazi… Müzede bu mazinin ilk yıllarından başlayarak devam eden markalardan farklı yüzlercesini, tarihi sıralamasıyla görmek mümkün. Kimi el yapımı kimi fabrika üretimi Leica, Minolta, AGFA, KODAK, Nikon, Pentax, Zenit, Canon, Mamiya, Linhof, Moskov, Ferrinia, Argus, Real, Zeiss Ikon, BILORA, EHO, İmperial, Balda, Reflekta, Welta, Robot, Exakta, Kneb, Çayka, Kiev gibi birçok marka ve çok çeşit model bulunuyor. Yurt içinden yurt dışından ülke temsilcileri, meşhur fotoğraf sanatçıları, siyasetçiler, öğrenciler ve fotoğraf meraklıları için uğrak yeri olan müze, ziyaretçileri için umduklarından fazlasını bulabilecekleri bir yer hüviyetinde.

‘Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi’

Savaşların bütün ağırlığını yansıtan, her birinin ayrı hikayesi olan fotoğrafçılar insanın içini burkuyor. Ancak geçmişe ait tek şey acılar değil. Bir dönemin ünlü fotoğrafçılarına ait fotoğraflar ve bilgiler de müzede yer alıyor. Foto Namık olarak tanınan Namık Satar’ın fotoğraf makineleri koleksiyonu, vefatından sonra müzeye bağışlanmış. Hilmi Bey, bu bağışın müzeyi daha da büyütmesinden memnun ancak dostlarını anımsarken de hüznü gözden kaçmıyor.

‘Burada her şey, herkes birbirine gülümsüyor. Hiçbir ihtiyar, hiçbir çirkin, hiçbir düşünceli insan resmi yok. Adeta bu fotoğrafhaneye sevinçsiz hiçbir insan ayak atmamış. Yahut fotoğrafçı, bir muvaffakiyet sırrı olarak, makinesinin karşısında candan gülümseyemeyecek müşterisinin fotoğrafını çekmemiş…’ diyor Ziya Osman Saba, Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi adlı eserinde, Bakırköy’de bulunan Hilmi Nakipoğlu Fotoğraf Makinesi ve Kamera Müzesi’ni gezerken Saba’nın satırlarını hatırlayacak ve burada her şey, herkes birbirine gülümsüyor, diyeceksiniz.